
Halis KARADUMAN
Türkçemiz ve Biz
İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan günden güne değişen ve gelişen, yaşayan kendilerince belli bir anlamı bulunan, gücünü toplumun kültüründen alan canlı bir varlıktır dil.
Milletleri ayakta tutan en önemli unsurların başında dil gelir. Dil varsa millet vardır, dili olmayan milletlerin gelecekleri karanlıktır. Dil kültür demektir, kültürlerini gelecek nesillere aktaramayan milletler ayakta kalamazlar. Atalarımızın kültürel değerlerinden bize ne kalmışsa onlar bize ne bırakmak istemişlerse, bu ancak dil sayesinde olmuştur.
Dil kendini bilmek, kendine yön vermektir. Dünyada saygın yaşamak var olmak meselesidir. Dil; Fatih'i, Yavuz'u, Yunus'u Kaşkarlı’yı bilmek, onlarca yaşamaktır. Dil, tarih sayfaları arasında geçmişi görmek geleceğe yön vermektir.
Yetişmekte olan çocuklarımıza güzel Türkçemizi öğretmek, onu kendi kültürel potası içinde yetiştirmek okullara, devlete düşen bir görevdir. Devlet bunu en güzel şekilde yerine getirmeye çalışır, bu işler okulda öğretmenler nezaretinde ve ülkede basın, yayın yoluyla yapılırken, çocuğunu yetiştirmekle sorumlu her aile ferdi mevzuya uyanık ve dikkatli bir şekilde gereken hassasiyeti göstermelidir.
Çünkü dile vurulan bir darbe milletin bizzat geleceğine vurulmuş demektir. Mesela bugün Çinliler, Araplar, Japonlar, Hindular, İran milleti süreklilik arz eden dilleri sayesinde yüzyıllar önce yazılı eserlerini okuyabiliyorlar. Bugün biz Milli Marşımız İstiklal Marşı'nı dahi ancak lügatler sayesinde öğrencilere kavratabiliyoruz, ne acı değil mi. Bir bilim adamı, bana okulları verin size neslinizi istediğiniz düşüncede yetiştireyim, demektedir. Ne kadar haklı değil mi?
Gerçekten de yakın geçmiş zaman içerisinde Hristiyan Batı devletleri ülkemizde kendi dilleriyle eğitim veren okullar açmış, bizim asil gençliğimizi mankurtlaştırarak ülkesine yabancı bireyler haline getirip, bu milletin değerleri ile ve geleceği ile oynamışlardır, Elbette yabancı dille eğitim olmalı, lakin bu akademik düzeyde olmalı, kölelik satılmışlık düzeyinde olmamalı.
Şair, ’Bu dil annemin sütü gibidir’ demekte, gerçekten de öyle. O halde yaygın öğretimle birlikte, her aile evinde güzel Türkçemizi çocuklarına öğretmeyi görev bilerek evlatlarına önce Türk klasiklerini öğretmekle başlamalıdır. Gençlik kendi dilini, kültürünü ne kadar iyi öğrenirse, yabancı akımlara karşı o derece kimliğini muhafaza edebilecektir.
………………………….
Tarihçiler Türk diline öncelikle Sümer kaynaklarından bahsedildiğini söylerler, daha sonra Göktürkler ve Uygurlar döneminde geliştiği, nihayetinde Çağatay Türkçesinin kullanıldığı belirtilmektedir. Karamanoğlu Mehmet Bey de yayınladığı fermanla Türkçeyi mecburi kılmış ve 1277 tarihinden bugüne, Türkçe, Dil Bayramı olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Osmanlılar döneminde kullanılan dil, Arap harfleri ile yazılıp okunan Türkçedir, hem de zengin bir Türkçedir. Cumhuriyet döneminde Latin harflerine geçilince büyük ölçüde dilde bir duraklama dönemi yaşanmış, bu asil milletin evladı, yüzyıl önce atalarının yazmış oldukları kitapları, mezar taşlarını okuyamaz, anlayamaz hale gelmişler ve geçmişinden, tarihinden bihaber duruma düşmüşlerdir.
Haklı olarak tarihçi Mustafa Armağan'da, acaba dünyada 100 yıl önce yazılmış olan eserlerini okuyamayan, anlayamayan kaç millet vardır, diye sormaktadır.
Dolayısıyla, bilinçsiz, amaçsız, gayesiz yetişen gençler de, Atatürk'ün dediği gibi 'Tarihini bilmeyen milletler başka devletlerin, milletlerin avıdır' sözünü doğrular şekilde sokaklarda sürü gibi amaçsız, akıntıda yüzen moloz misali sürüklenmektedirler.
Büyük milletlerin güçlü dilleri olur.
Bu sebeple birlik ve beraberliğimizi ancak milli bir dil ile pekiştirebildiğimiz kadar güçlü oluruz.
Varlığımızın ebediyen daim olması dileğiyle…
Selam ve dua ile…